Ana içeriğe atla

Genç Karl Marx ya da Avrupa'da faşizm hayaleti dolaşıyor


Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Faşizm hayaleti. Fransa’da, Avusturya’da, Almanya’da, Yunanistan’da ve Finlandiya, İsveç ve Norveç gibi demokrasi, eşitlik, çalışma koşullarının durumu konularında örnek gösterilen Avrupa ülkelerinde faşist ve ırkçı partiler son on yıl içinde büyük güç kazandı. Sadece bir hafta önce Norveç hükümeti, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) diye adlandırılan, fakat yaptığı katliamlarla ismine hiç de uymayan kötü bir üne sahip olan örgüte destek olması için özel askeri kuvvetlerini Suriye’ye gönderdi.

Genç Karl Marx (Le jeune Karl Marx- orijinal ismi Almanca değil Fransızca) filmini izledikten sonra film hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşmayı planlamıştım. Marx, Engels ve Marx’ın eşi Jenny’nin Komünist Manifesto’yu yayına hazırlamak için yoğun bir şekilde çalıştıkları sahneyi gördükten sonra bir çağrışımlar silsilesi beni yukarıdaki paragrafı yazmaya itti. Çünkü söz konusu meşhur ifade, filmde de “komünizm hayaleti” şeklinde çevrilmiş.

Komünist Manifesto konuyla ilgilenen herkesin bildiği gibi “Avrupa’da bir heyula kol geziyor: Komünizm heyulası” cümleleriyle başlar. Ancak bu çarpıcı ve önemli ifade, Türkçe çevirilerin çoğunda “komünizm hayaleti”, kimilerinde ise “komünizm öcüsü” olarak geçiyor. Arapça’ya Yunanca “hyle” kelimesinden geçen “heyula” dilimize de aynı şekilde geçmiştir. Maddenin önceki hali, kendisi değil, habercisi gibi anlamları vardır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü ise heyulayı “korkunç hayal” olarak tanımlamaktadır ve günlük dilde de böyle kullanılagelmiştir. Ancak Manifesto’nun giriş kısmının devamını okuyunca, Marx’ın bu kelimeyi Yunancadaki “hyle” kelimesine atıf yaparak kullandığı kolaylıkla anlaşılıyor. “…Komünistlerin görüşlerini, amaçlarını, eğilimlerini açıkça bütün dünyanın gözleri önüne sermelerinin ve bu komünizm heyulası masalına partinin kendisinin bir manifestosuyla karşılık vermelerinin tam zamanıdır.”[1]  Yazının başına dönecek olursak, faşizm için hayalet kelimesini neden kullandığım böylece anlaşılıyor. Çünkü 1945’te iki büyük faşist; Hitler ve Mussolini yenildi ve öldü. Daha sonra Franco, Salazar, Pinochet ve benzerleri tarih sahnesinden silindiler. Ancak bugün en az onlar kadar tehlikeli liderler ve partiler Avrupa’nın ve dünyanın başına musallat olmak için fırsat kollamaktadır. Hatta Amerika’ya kadar giderek Trump’ın serseri mayın faşizmini de hesaba katmak gerek.

Artık Genç Karl Marx filminden daha detaylı bahsedebiliriz. Raoul Peck’in yönettiği filmin başrollerini August Diehl (Karl Marx), Stefan Konarske (Friedrich Engels) ve Vicky Krieps (Jenny von Westphalen – Marx’ın eşi) paylaşıyor. Beni en çok etkileyen August Diehl ve Vicky Krieps’in karakter yaratmadaki ustalıkları oldu. Bunda yönetmen Raoul Peck’in de katkısı vardır kuşkusuz. Nitekim Peck, 1840’ların atmosferini yansıtmak adına kostüm, ışık, dekor, aksesuar, mekân seçimi ve mekânların hazırlanması konularında ne kadar titiz çalıştığını ve ekibini ne kadar isabetli bir seçimle kurduğunu hemen her sahnede ispatlıyor.

Genç Karl Marx filmi, Marx’ın en önemli yoldaşı Engels’i ve her daim en büyük destekçisi olan eşi Jenny’yi de hikâyenin tutarlılığı içinde, doyurucu bir şekilde anlatmış. Yönetmen Raoul Peck Karl Marx’ın hayat boyu çektiği yoksulluğun gençlik yıllarında kendisini ve ailesini nasıl etkilediğini, eşi Jenny’nin ve Engels’in bu yoksulluğa rağmen o büyük eserleri yazmasında kendisine nasıl destek olduklarını ve eserlerine nasıl katkı sağladıklarını da sinema dilinin olanakları dâhilinde, seyirciyi sıkmadan aktarmayı başarmış. Anarşizmin kurucusu Pierre-Joseph Proudhon ile tanışması, özel mülkiyet kavramı üzerine tartışmaları, Proudhon’un “Sefaletin Felsefesi” eserine cevap olarak Marx’ın “Felsefenin Sefaleti” isimli eseri yazdığı süreci ortaya koyan sahneler de Peck’in yönetmenlik kabiliyetini sergiliyor.

Friedrich Engels'in "İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları" isimli, 1840'lı yıllar için benzersiz eserinden iki sahnede bahsediliyor. Marx'ın söz konusu kitabı övdüğü sahne için herhangi bir eleştirim yok. Fakat genç Engels'in aşık olduğu ve daha sonra evleneceği Mary Burns'ün peşinden gittiği, kitabı için Mary ve arkadaşlarından yardım istediği sahne maalesef klasik Hollywood filmlerini andırıyor. 

Engels ve Marx’ın yoğun bir ortak faaliyet sonucu bilimsel komünizmi nasıl inşa ettiklerine de film sayesinde tanık oluyoruz. Engels’in yardımı ve teşvikiyle Marx, “Adalet Birliği” (Leaugue of Just) ile tanışır. Oldukça sarsıntılı ve tartışmalı bir süreç sonucunda delege olmaya hak kazanıp örgütün kongresine katılan Marx ve Engels, burada bilimsel komünizmin gücüyle delegelerin büyük çoğunluğunun desteğini alırlar. Örgütün ana sloganı “Tüm insanlar kardeştir” yerine, 150 yıldan uzun süredir işçi sınıfının haklı mücadelesine ışık tutan; “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” şeklindeki o müthiş sloganı kabul ettirirler. Örgütün isminin “Komünist Birlik” (Communist Leaugue) olarak değiştirilmesini de yine kongrenin büyük çoğunluğunun oyuyla sağlarlar. Ardından, Marx ile Engels’in yazdıkları günden bu yana bilimsel komünizmin en önemli program belgelerinden biri, bence en önemlisi olan Komünist Manifesto’yu yayına hazırlarken çektikleri sıkıntıları da sinema sanatının aracılığıyla izlemek beni tatmin etti.

Emperyalist müdahalelerin, savaşların, katliamların, emek sömürüsünün tüm dünyada arttığı, OHAL koşullarının ülkemizi adım adım bir istibdat rejimine sürüklediği bugünlerde işçi sınıfının bağımsız politikasına ve partisine ihtiyaç hayati bir önemde. Buradan hareketle başka bir dünya mümkün şiarını haykıracak sanat eserlerine, böyle güzel sinema filmlerine de ihtiyaç duyuyoruz.

Genç Karl Marx filmi maalesef oldukça sınırlı sayıda sinema salonunda gösterime girdi. Sinema endüstrisinin ve hatta OHAL’in gazabına uğrayıp da erkenden gösterimden kalkabilir. Gecikmeden izlemenizi tavsiye ederim.   




[1] Komünist Manisfesto, Karl Marx – Friedrich Engels, Almancadan çeviren: Nail Satlıgan, Yordam Yayınları, İstanbul - 2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fareler ve İnsanlar ne vaat ediyor?

İstanbul Temaşa Tiyatrosu 2016-2017 sezonuna üç yeni oyunla girerken, hiç kuşku yok ki bunlar arasında en dikkat çeken ve merak edilen oyun  John Steinbeck'in yazdığı, Onur Atacan'ın uyarlayıp yönettiği Fareler ve İnsanlar (Of Mice and Men). İlk kez 1937'de yayımlanan kısa roman (novella), Steinbeck'in dünya çapında tanınmasını sağladı. Defalarca sinemaya uyarlanan ve ülkemizde de farklı tiyatro ekipleri tarafından sahnelenen Fareler ve İnsanlar, yazarın tiyatro versiyonuyla birlikte kaleme aldığı ilk ve tek eseri. Oyunun Konusu Fareler ve İnsanlar, ABD'de 1929'da başlayan ve dünyanın hemen yerini etkisi altına alan ekonomik kriz; Büyük Depresyon (kimi kaynaklarda Büyük Buhran olarak da adlandırılır) döneminde, Kaliforniya'da çiftlikten çiftliğe sürekli yer değiştiren göçmen tarım işçileri George ve Lennie'nin hikayesini anlatıyor. Eğitimsiz ancak zeki bir adam olan George ile iri yarı, çok güçlü ancak zihinsel engelli Lennie'nin dostluğu, ...

Bir kadın işçinin trajikomik hikâyesi: Kul

Yeni bir haftaya İstanbul'da güneşli bir günle başlarken herkese merhaba! Geçtiğimiz günlerde tanınmış bir yayınevinde çalışan bir arkadaşımla tiyatro, sinema, edebiyat üzerine sohbet ederken, son yıllarda öne çıkan yerli yazarları daha çok okumam gerektiğini söyledi. Seray Şahiner'i özellikle tavsiye etti. Ben de tavsiyeye uyarak fazla vakit kaybetmeden yazarın yayımlanan son romanı Kul 'u edindim. Açıkçası Seray Şahiner'i daha çok gazeteciliğiyle biliyordum. Kendisini uzun zamandır sosyal medyada takip ettiğim halde herhangi bir kitabını okumamıştım. Halihazırda başka bir roman okuduğumdan  Şahiner'in edebi kimliğiyle tanışmak için birkaç gün daha geçmesi gerekti. Nihayet  Kul 'u okumaya başladım ve yazarın çok keyifli diliyle karşılaşınca daha ilk sayfalarda heyecanım ve merakım katmerlendi. Romanın başkarakteri, hayatını apartmanların merdivenlerini silerek kazanan temizlik işçisi Mercan. Aslında bu romanda başka herhangi bir karakter yok. Yazarın ...