Milli Mücadele günlerini, Kuvâyi Milliye direnişini, 19
Mayıs 1919’un tarihimizdeki yerini, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin (O dönemki adıyla Büyük Millet Meclisi) kuruluşunun önemini ilkokul
sıralarından itibaren, Kurtuluş Savaşı başlığı altında öğrenmeye başlarız.
Yaşadığımız adaletsiz düzenin devamına hizmet eden resmi
tarih müfredatı ve dışına çıkmayan/çıkamayan öğretmenler yüzünden lise çağına
kadar yüzeysel bilgilerle, belirli günlerin tarihlerini, kongrelerin
sonuçlarını ezberleyerek geliriz. Hatta
birçoğumuz üniversite yılları da dâhil olmak üzere, o çok zor zamanlara dair
hamasi sözler dışında farklı bir bakış açısı geliştirebilecek, neden-sonuç
ilişkileriyle birlikte kapsamlı bir değerlendirme yapabilecek birikime sahip
olamayız. Çünkü eğitim hayatımız boyunca sadece ezber yapıp şanlı tarihimizle
övünmemiz gerektiği söylenir bize. Öğrencilerini hazır bilgi küpleri haline
getirmek yerine, düşünen, sorgulayan bireyler yetiştirmeye çalışan öğretmenler
istisna olduğu için kaideyi değiştirmiyor tabi.
Suphi Varım’ın son romanı Karanlığımın Kızıl Geçidi,
yukarıda sözünü ettiğimiz döneme dair çok farklı bir bakış açısı sunuyor.
Labirent Yayınları’ndan Nisan ayında çıkan kitap, 1921
İstanbul’unda yaşanan politik bir cinayeti konu alıyor. Simirna Kızılı ile
başlayan Kızıl Üçlemenin bu ikinci kitabının kahramanı da Sergey Andreyev. Çeka
(Sovyetler Birliği’nin ilk istihbarat teşkilatı) ajanı Andreyev, bir yoldaşının
ihbar sonucu öldürülmesi olayını araştırıyor. İlginç olan şu ki; katili en
baştan biliyor. Ancak muhbiri bulmak için İngiliz işgali altındaki İstanbul’da
çok zorlu bir takibe girişiyor. Bu takip esnasında tanık olduğu olaylar, temas
ettiği gerçek ve kurmaca kişiler, gittiği semtler, dolaştığı caddeler, sokaklar
ve oturduğu mekanlar üzerinden zengin bir İstanbul panoraması çıkıyor
karşımıza. Sergey Andreyev ile yine ilk kitaptan bildiğimiz Valeria arasında
başlayan aşk vesilesiyle eski sinemalar, tiyatro salonları ve pastaneleri
tanıma fırsatı buluyoruz. Taksim Bahçesi (Bugünkü Gezi Parkı) de sık sık
Andreyev’in yolunun üstüne düşüyor.
Andreyev’in muhbiri bulmak için yaptığı araştırmalar
sırasında tramvay işçilerinin grevinden bahsetmesi ise önemli bir tarihi
gerçeği hatırlatıyor. Mayıs 1920 – Ağustos 1921 arasında İstanbul’da işçi
hareketi ciddi bir ivme kazanmıştır. Tramvay işçileriyle başlayan eylemler,
tünel ve elektrik işçilerinin de onlara katılmasıyla iyice büyüyerek hem söz
konusu işlerin sahibi olan yabancı şirketleri hem de işgalci İtilaf
kuvvetlerini zorlamıştır. Öyle ki; Nisan
1921’de ortak grev yapmaya girişen tramvay, tünel ve elektrik işçileri, Şirket-i Hayriye ve Seyr-i Sefain çalışanlarının
da desteğini alarak 1921 Ağustos’unda İstanbul’u bir genel grevin eşiğine
getirmiştir. [1]
Suphi Varım, bu kitapta karakter ve tip sayısını belirgin
bir şekilde artırarak oldukça zengin bir atmosfer sunuyor. Çeka baş komiseri
Larisa Vasilyeva, komiser yardımcısı Aleksey Godunov, Çeka kuryesi Viladimir
İvanoviç Antonov, karargah nöbetçisi İvan Maksimoviç… Çarlık ordusunda görev
yapmış fakat gizli bir muhalif olan Leonid Buşkov, Dünya Savaşı sırasında
Almanlarla, şimdi ise işgalci İngilizlerle işbirliği yapan tarikat şeyhi
Selahaddin Vasfi, onun müridi esnaf
Mustafa Rıza, işbirlikçi tüccar İlhan Abdullah, 31 Mart ayaklanması sırasında
Selahaddin Vasfi gibi padişah yanlısı yobazlar tarafından ailesinin
katledilmesine tanık olan ve izlerini yıllardır taşıyan Cemal Salih…
Biz ki İstanbul
şehriyiz, Seferberliği görmüşüz[2]
Emperyalistlerin işgali altındaki Osmanlı’nın son başkenti
İstanbul, işgalcilerin baskısı yüzünden Anadolu’daki direnişin uzağında
kalmıştır. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının (1. Dünya Savaşı) getirdiği
yoksulluk, açlık etkisini sürdürmekte, kanlı
bankerler pazarında memleketi Alaman’a satanlar, yan gelip ölülerin üzerinde
yatanlar[3],
şimdi de İngiliz, Fransız ve İtalyan işgal kuvvetleriyle işbirliği yaparak
sömürmektedir emekçi halkları. Fakat
kentin hemen her yanında milli mücadeleye destek olmak için gizli faaliyet
yürüten Kuvâyi Milliyeciler vardır. İtilaf
Devletleri, Mustafa Kemal’in önderliğindeki milli mücadele hareketi ve Ankara
hükümetini tanımamakta, direnişi askeri alanda mağlup edip siyasi alanda da
itibarsızlaştırarak Osmanlı hükümetine Sevr Antlaşması’nı imzalatmak
istemektedir.
Tarihin gördüğü ilk muzaffer komünist devrimi Bolşevik Parti
önderliğinde, yoksul köylüleri de arkasına alarak 1917’de gerçekleştiren Rusya
işçi sınıfı, 1918’den beri deyim yerindeyse on dört düvelin desteklediği Beyaz
Ordu’ya karşı Kızıl Ordu saflarında çok çetin bir savaş vermektedir. Üç yıllık
işçi devleti, bir yandan bu büyük iç savaşı kazanmak için tüm güçlerini
seferber ederken, diğer yandan da emperyalizme karşı kurtuluş savaşı veren Anadolu’ya
imkânları dahilinde destek olmaktadır.
Sergey Andreyev ve yoldaşları, İstanbul’da İngilizleri
yakından takip ederek bir yandan saltanat yanlısı işbirlikçileriyle Kuvâyi
Milliyecilere karşı yürüttükleri faaliyetleri engellemeye çalışırken, diğer
yandan da İngilizlerin Beyaz Ordu’ya destek göndermesinin önüne geçmek için uğraşmaktadırlar.
Kendi ülkelerinden kaçan ve “Beyaz Ruslar” olarak tabir edilenleri de izleyerek
karşı devrimci her türlü hareketi durdurmaya çalışmaktadırlar.
Suphi Varım, 1921 İstanbul’unun bu son derece kaotik
ortamını Simirna Kızılı’nda da gördüğümüz, tarihi gerçeklerle harmanladığı
sinema tekniğine yaslanan paralel kurguyla anlatarak hem okurun dikkatini diri
tutuyor hem de heyecanı artırıyor.
Karl Marx’ın “Anarşizmin babası” kabul edilen Proudhon’un
“Sefaletin Felsefesi” isimli kitabına “Felsefenin Sefaleti” isimli eseri ile
cevap vermesi üzerine resmen başladığını söyleyebileceğimiz komünizm-anarşizm
tartışması da kitapta yer buluyor. Suphi Varım’ın becerisi ise bu tartışmayı
konunun dışına çıkmadan, okuyucunun gözüne sokmadan, kurgunun tutarlılığı içinde
Bolşeviklerle anarşistlerin eylemleri üzerinden anlatması ile ortaya çıkıyor.
Karanlığımın Kızıl Geçidi, bireyi temel alan yapısıyla
kapitalist üretim ilişkilerinin edebiyattaki yansıması şeklinde
niteleyebileceğimiz roman türünü hem içeriği hem de biçimiyle aşıyor.
Konular birbirini takip etmese de üçlemenin ilk kitabı
Simirna Kızılı ile başlayıp art arda okumanızı tavsiye ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder