Yavuz Turgul’un senaryosunu yazıp yönettiği, Şener Şen’in
başrolünü üstlendiği filmler Türkiye Sinemasının son otuz yılına damga
vurmuştur desek kimse itiraz etmez diye düşünüyorum. Muhsin Bey isimli şaheser ile 1987’de başlayan Yavuz Turgul – Şener
Şen işbirliği, Aşk Filmlerinin Unutulmaz
Yönetmeni (1990), Gölge Oyunu
(1992), Eşkıya (1996), Gönül Yarası (2004), Kabadayı (2007) ve Av Mevsimi (2010) ile devam ederken,
ikili, geçtiğimiz Kasım ayında karşımıza Yol
Ayrımı ile çıktılar.
Yol Ayrımı,
geleneksel bir ailede çocukluğunu yaşayamadan büyüyen, babasının kurduğu - türlü
dalaverelerle büyüttüğünü sonradan öğrendiğimiz- tekstil şirketini kapitalizmin
“sürekli büyüme” yasasına uyarak, bir nevi imparatorluk haline getiren işadamı
Mazhar Kozan’ın hikâyesini anlatıyor.
Filmin ilk sahnelerinde Mazhar Bey’in ne kadar başarılı bir
işadamı olduğunu, bu başarıya ulaşmak için şirketini çok katı kurallarla, bir
tür tek adam rejimiyle yönettiğini, oğlunu ve kızını da şirketi büyütmek ve
varlığını sürdürmek üzere yetiştirdiğini görüyoruz. Yakın zamanda birkaç işçiyi
tazminatsız işten attığına ve bu işçilerin işlerine geri dönebilmek için
çeşitli yollara başvurduklarına son yılların en başarılı kadın oyuncularından
biri olan Nihal Yalçın’ın canlandırdığı Emine karakteri aracılığıyla tanık
oluyoruz. Başka bir sahnede, Emine’nin ağır çalışma koşullarına isyan ederek
dikiş makinelerinden birini parçaladığını ve bu eylemine alkış tutan iş
arkadaşlarıyla birlikte işten atıldığını öğreniyoruz.
Patron sınıfının tipik özelliklerini bünyesinde barındıran Mazhar
Bey, batmak üzere olan büyük bir mağazalar zincirini yok pahasına satın alıp
karakterini pekiştirdikten sonra ölümcül bir trafik kazası geçiriyor. İşte filme
de ismini veren “yol ayrımı” buradan itibaren başlıyor. Kazadan önce şirketinin
büyümesinden başka hiçbir şeyi önemsemeyen, bırakın kahkaha atmayı, tebessüm
bile etmeyen Mazhar Kozan, birden güleç yüzlü, ince ruhlu, insan doğa sevdalısı
birine dönüşüveriyor. Şirketteki bütün hisselerini işçilere dağıtıp servetini
işçilerin çocuklarının eğitim giderleri için kurulacak bir vâkıfa
bağışlayacağını açıklıyor. Bütün ailesi ve aileden sayılan çocukluk arkadaşı, sağ kolu Besim bu kararına şiddetle karşı
çıkıyor doğal olarak. Oğlu ve kızı (Mert Fırat ve Defne Kayalar) , bambaşka
hayalleri olduğu halde babaları Mazhar Bey’in zoruyla bu hayatlarını aile
şirketine adadıklarını söylüyorlar. Özellikle bu sahne, yönetmenin nasıl bir
mizansen istediğine karar veremediği diğer birçok sahne arasında sırıtıyor.
Benzer birkaç sahneyi bence Yavuz Turgul’un son başarılı filmi olan Gönül Yarası’nda da gördüğümüzü
hatırlatmak gerek.
Yeni bir hayata başlamak isteyen Mazhar Kozan, evini de terk
ediyor. Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı Altan’ın (Rutkay Aziz) kapısını
çalıyor. İki buçuk saat süren film boyunca seyircinin keyif alabileceği birkaç
sahne böylece başlıyor. Ancak Rutkay Aziz’in yüksek enerjisi, Altan karakterinde gerek Bizimkiler dizisinde
canlandırdığı şair Cenap karakterinden, gerekse de Avrupa Yakası dizisinde
canlandırdığı Bülent karakterinden taşıdığı izleri silmesine yetmiyor.
Biz dönelim Mazhar Bey’in gerçeküstü maceralarına. Trafik kazasından
sonra gönül gözü açıldı ya bir kere, işten attığı Emine’yi bulup hatasını
telafi etmesi ve kendini affettirmesi gerek. Mazhar Bey, Emine’nin ev adresini
öğrendikten sonra düşüyor yollara. Mahalleye gelince Emine’ye rastlıyor ama
hemen yanaşmıyor ve takip ediyor. Bu sırada mahallede bir eylem olduğunu ve
polislerin kitleye biber gazıyla saldırdığını görüyoruz. Ancak ne için eylem
yapıldığı anlaşılamıyor maalesef. Mizansen de gerçekçilikten çok uzak. Emine’nin
kargaşanın ortasında kalan birkaç çocuğa kol kanat gerdikten sonra evine
gittiğini görüyoruz. O gün cesaretini toplayıp konuşamayan Mazhar Bey, Emine’nin
yeni iş yerini öğrenip oraya gidiyor. Burası Nur’un Gemisi isminde şirin mi
şirin, bahçeli bir kafeterya.
Yavuz Turgul’un gerçeklikten ne kadar uzaklaştığını bu mekândaki
sahnelerle birlikte daha iyi anlıyoruz. İşletmenin sahibi Nur Hanım, iş
davaları ve insan hakları konusunda tecrübeli eski bir avukat. Solcu tabi. Yanında
çalışanlar arasında kocasından gördüğü şiddet yüzünden evini terk eden de var,
vicdani retçi de var. Yanlış anlaşılmasın, Yavuz Turgul’un gerçeklerden kopması
böyle bir mekân kurmasından değil, Nur’un Gemisi ile bir kurtuluş önerisi yapıyor
olmasından kaynaklanıyor. Son olarak işten atılan Emine katılmış gemiye. Emine
önce şiddetle reddediyor Mazhar ile konuşmayı. Sonra razı oluyor. Gel zaman git
zaman aralarında dostluk bile gelişiyor.
Bu sırada Emine’nin “Luddist” olduğunu öğreniyoruz. 1800’lü
yılların başında İngiltere Nothingham’da Ned Ludd isimli bir tekstil işçisinin
dokuma tezgâhını kırmasıyla ortaya çıktığı söylenen hareket, “makine kırıcılık”
olarak da bilinir. İşçi sınıfının kapitalist sömürüye karşı ilk tepki
biçimlerinden sayılabilecek hareket çok uzun ömürlü olmamıştır. Makineleşmenin
işsizliği artırması hareketin çıkış noktalarından olmakla birlikte Luddist
hareket sadece işçileri değil, küçük mülk sahiplerini de kapsıyordu. İşçi
sınıfı bilincinin gelişmesi açısından önemli bir yere sahip olsa da yeniliğe
karşı oluşuyla gerici bir karaktere de sahiptir. Kapitalist üretim yöntemlerindeki
sürekli devrimlerin her geçen gün çok daha fazla insanı işçi sınıfına dâhil etmesi
ve işçilerin örgütlenme yöntemlerinin de gelişmesiyle Ludddizmin toplumsal
temelleri de ortadan kalkmıştır.
Bütün bu bilgilerin ışığında Yavuz Turgul’un neden yaklaşık yüz yıl önce temelleri ortadan kalkmış bir eylem biçimini önermeye kalktığını merak ediyor insan. Anlaşılan o ki son birkaç filminde gördüğümüz kendini tekrar etme davranışı Yol Ayrımı farklı bir boyuta ulaşmış. Zira sorunlarını eksik-gedik tespit ettiği topluma çıkış yolu önerirken biraz çevrecilik, biraz hayvan severlik, biraz da sanatseverlik ve şiir sosu ekledikten sonra işçiye emekçiye bugün için en ufak bir çare olamayacak bir yöntem koyuyor önümüze. Öte yandan, en zalimi dahil, büyük patronların da insan oldukları genel kabulünden hareketle, sınıfsal konumlarının gereği olan davranışlarını ve hayat tarzlarını bırakıp "vatana millete faydalı" birer birey olarak yaşamlarına devam edebileceklerine inanıyor sanırım. En azından böyle safdilce bir çözüm sunduğunu görüyoruz filmde. Aslında bu fikir de yeni değil. Bakınız yine İngiltere’de ortaya çıkan, bir dönem bir buçuk milyon işçiye kadar çıkan, sonra hayal kırıklığıyla biten, kooperatifçilik diye bildiğimiz, Robert Oven öncülüğündeki Çartist hareket. Yahut da Çernişevski'nin dünya klasikleri arasına girmiş, iki ciltlik romanı Nasıl Yapmalı'da anlattığı Narodnikler...
Bunların dışında, tutarsız ve inandırıcılıktan uzak
senaryodan kaynaklı olsa gerek, başta Şener Şen, Nihal Yalçın ve Mert Fırat olmak
üzere hiçbir oyuncunun vasatı aşamadığını düşünüyorum. Anlamsızca uzayan
sahneler, görüntüyle anlatım açısından hiçbir şey ifade etmeyen kadrajlar ve
ölçekler de bu duruma tuz biber ekmiş.
Yavuz Turgul, Eşkıya gibi
destansı bir sinema filmi ile herkesi bir kez daha büyüledikten sekiz yıl sonra
Gönül Yarası ile daha iyisini de
yapabileceğini ispatlamıştı. Ancak maalesef daha sonra çektiği Kabadayı ve Av Mevsimi filmleriyle kendini yenileyemediğini ortaya koydu. Bana
göre Yol Ayrımı ile ise emekliye
ayrılma vaktinin geldiğini ilan etmiş oldu. Son olarak, Şener Şen gibi ustaların ustası bir oyuncunun Yavuz Turgul dışında yönetmenlerle de çalışmasının vakti çoktan geldi de geçiyor. Umarım en kısa zamanda büyük yeteneğini gösterebileceği, kaliteli bir sinema filmi ile karşımıza çıkar.
Yorumlar
Yorum Gönder